7 ŞUBAT 2012’Yİ UNUTANIN SOYU KURUSUN,
İzzet DÖNMEZ yazdı
Bu sütunlarda ilk defa siyasi yazı yazmaya 7 Şubat 2012’de başladım.
Daha önceleri hiçbir yerde siyasi yazı yazmadım.
Aslında siyasetle hiç ilgilenmedim diyebilirim.
Tacir olduğum için, siyasetle ilgilenmem, doğruda olmazdı.
1982 yılından 2012 yılına kadar, tam 30 sene aktif hiçbir siyasi faaliyetim olmadı.
12 Eylül öncesi ve 12 Eylül rejimi, beni siyasetten tamamen soğutmuştu.
Kendi kendime karar vermiştim;
Asla siyasetle ilgilenmeyecektim.
Sadece kendi çayıma, çorbama odaklanacaktım.
12 Eylül öncesi şartları, bizi çok yıpratmıştı.
Zaten bizim siyasetten kopuk ve uzak durmamız, bir sürü osuruktan tayyareye kaldı siyaset meydanı.
Vatan ve bayrak için mücadele etmiştik güya.
Omuzlarında bu milletin apoletlerini taşıyan bir kısım deyyus taifesi, bizi vatan haini ilan etmişti.
Kendi kendime verdiğim kararı, hiç şaşmadan 30 yıl uyguladım.
Çocuklarıma ekmek götüremeyecek kadar züğürt olduğum yıllar, meğer vatan kurtaran şabanlık yapmışız.
Birileri bizi çok fena kullanmış.
Kullandıktan sonrada, sümük mendili gibi kaldırıp, atmıştı.
Bu durumu, 12 Eylül’den çok önceleri sezmiştim.
12 Eylül’den sonra, tamamen para kazanmaya, dünyalık edinmeye odaklandım.
Kendi çapımda ciddi sayılacak paralarda kazandım.
Para kazandıkça, piyasada itibarımda arttı.
Etrafımda yalaka takımı çoğaldı.
Her şey 7 Şubat 2012’de değişti.
Gerçi,
Sandığa gidip, Recep Tayyip Erdoğan’a oyumu veriyordum amma, suya sabuna da dokunmuyordum.
Ak Parti’nin kuruluşunda o kadar ısrara rağmen, yine de siyasete girmemiştim.
7 Şubat’ta MİT Müsteşarı Hakan Fidan, Sadrettin Sarıkaya adlı alçak ve kahpe fetöcü Savcı, ifadeye çağırınca, bende şarteller attı.
Ne oluyordu yahu?
Kıçı kırık bir savcı, hangi cesaretle MİT Müsteşarını ifadeye çağırıyordu?
Bir kıçı kırık savcı, CIA Başkanını ifadeye çağırabilir miydi?
Bir kıçı kırık savcı, KGB Başkanını ifadeye çağırabilir miydi?
Bir kıçı kırık savcı, MOSSAD Başkanını ifadeye çağırabilir miydi?
Çağırsa ne olurdu o ülkelerde?
Kafasına sıkılır, otoban kenarına bırakılırdı?
Aynen bu olurdu?
Sakın yanlış anlaşılmasın.
Burada “Kıçı kırık” ifadesi, vatan haini fetöcülerle ilgilidir.
Vatansever savcılarımız istisnadır.
Peki,
Benim ülkemde MİT Müsteşarı niçin ifadeye çağrılıyordu?
Oyunun çok büyük olduğunu hemen anladım.
Tezgahın çok büyük olduğunun farkına vardım.
30 yıldır tuttuğum “Siyasete girmeme” orucumu hemen bozdum.
Bodoslama girdim kavgaya.
Bu sütunlarda yazdığım yazılardan dolayı, sayısız tehditler almaya başladım.
Tehditlerden önce, ikna heyetleri gelmeye başladı.
Şimdi çoğu yurtdışında kaçak olan fetöcüler, önce kibarca beni uyardılar.
Sonra iş tehdide döndü.
Maraş’tan, Samsun’dan, İstanbul’dan uyarı heyetleri geliyordu.
Daha yakın zamanda cezaevinden tahliye olan birisi, evine gitmeden, işyerime geldi ve beni hem uyardı, hem tehdit etti.
“Bütün bu yazdıklarını sil ve bir daha Hocaefendi aleyhinde yazı yazma” dedi.
“Cezaevinde komutanlar hep senin yazılarını konuşuyorlar, sana çok büyük kin duyuyorlar” demeyi de ihmal etmedi.
MİT Müsteşarını tutuklamayı, oradan Başbakana uzanıp, onu da tutuklamayı kafaya koyan örgüt için, ben neyim ki?
Kaç paralık hükmüm var?
Aslında ben, dindar bir muhitte yetiştim.
Uzun yıllar din eğitimi aldım.
Bütün ömrüm, dini cemaat ve tarikatlarla iç içe geçti.
Fetö cemaati dahil, hiçbir dini gruba önyargılı değildim.
Hepsinin Allah rızası için çalıştıklarını düşünüyordum.
Dini cemaatler, genellikle birbirini hiç sevmezler.
Çoğu cemaat, diğerini tekfirlikle suçlar.
Bende bu suçlama yarışından dolayı bıkar “Yok kardeşim, Allah diyen herkes benim dostumdur” der ve konuyu kapatırdım.
Fetö konusunda dahi düşüncem buydu.
“Adamlar, Allah rızası için hizmet yapıyorlar işte” dediğim çok olmuştur.
Hele o Türkçe Olimpiyatlarını gözyaşları içinde izlediğim olmuştur.
Gerçi hayatımın hiçbir döneminde herhangi bir cemaat ve tarikata mensubiyetim olmamıştır.
Bırakın mensup olmayı, sempati dahi duymamışımdır.
Bunlar hakkında çok şeyler bildiğimden değil.
Yatılı Kur’an Kursunda sinemaya gittiğim için, falaka cezası aldığım için.
Gerçi o dayağı ben yemedim amma, arkadaşım, gözümün önünde feci şekilde dövüldü.
Daha başka sudan gerekçelerle dayak yemişliğim olmuştur.
Bundan dolayı cemaat ve tarikat işlerine hep uzak durdum.
Meğer,
Ne kadar haklıymışım.
Öyle çok bilinçli bir şekilde fetö’den uzak durduğumu söyleyemem.
Param olsaydı, çocuklarımı fetö’nün dershanelerine pekala gönderebilirdim.
Param yoktu, gönderemedim.
Fetöye himmet vermedim.
Verecek param yoktu çünkü.
Şunu demek istiyorum;
Fetö alçağı, çok masum, hiçbir şeyden zerre haberi olmayan, samimi Müslümanların kanına girdi.
Fikren onları iğfal etti.
O tuzağa bende, sizlerde pekala düşebilirdik.
Allah korumuş bizleri.
Fetö’nün çok alçak bir örgüt olduğunu, esasında Ergenekon ve Balyoz Operasyonlarında anlamıştım.
Çünkü hazırlanan iddianamelerin tamamının içleri boştu.
Avukat arkadaşlarla iddianameleri okur, değerlendirme yapardık.
Fasa fiso şeyler olduğunu anlamıştım.
MİT Müsteşarı ifadeye çağrılınca, benim için her şey bitti.
Daha sonra MİT Tırlarının durdurulması, 17/25 Aralık tezgahları, onlara karşı kinimi kat be kat artırdı.
Hele 15 Temmuz alçaklığı, bu yapının bir dini cemaat değil, alçak ve kahpe bir paravan örgüt olduğunu bize gösterdi.
Recep Tayyip Erdoğan dediğin kişi kimdir ki?
Yoksul bir varoş çocuğu.
Rizeli bir kayıkçının evladı.
Annesine muayene sırası almak için, Kasımpaşa’dan Okmeydanı’na yaya gidip, gelmiş bir evlat.
Tıpkı senin gibi, benim gibi.
Kazına kazına bugünlere gelmiş.
Arkasında milletinin gücü ve desteğinden başka hiçbir şey yok.
15 Temmuz gecesi, Marmaris’te tek başına kaldığını bizde, kendisi de görmüş oldu.
Arkasında hiçbir güç odağı yoktur.
Sadece imanı var.
Benim gibi, senin gibi.
15 Temmuz gecesi, çıplak gözle gördü ki,
Kendisini meydanlarda çılgınca alkışlayan, namazlarında ona dua eden, ömründen ona ömür vermesi için Allah’a dua eden, çoğu asgari ücretli, belki çoğu işsiz, tamamı onun gibi varoş çocuğu,
Ama imanı kamil kitlelerden başka hiç kimsesi yoktu.
Onlara sığındı.
Onlardan başkası yoktu çünkü.
Ama,
Recep Tayyip Erdoğan, bir yiğit adam,
Bir gözü pek adam.
Eşi var mıdır?
Yoktur.
Benzeri var mıdır?
O da yoktur.
Tam 50 yıldır içinde bulunduğum bu Milli Görüş cenahından 2. bir Tayyip Erdoğan çıkar mı?
Asla ve kat’a çıkmaz.
Ben, bizim cenahın insan kalitesini çok iyi bilirim.
Kahir ekseriyyeti mıymıntı adamlardır
Bunların içinden 2. bir Tayyip Erdoğan asla çıkmaz.
Ya ne çıkar?
Abdullah Gül çıkar.
Temel Karamollaoğlu çıkar.
Ahmet Davutoğlu çıkar.
Ali Babacan çıkar.
Bir Recep Tayyip Erdoğan çıkmaz.
Ben, mahallemi çok iyi bilirim.
Çıkmaz arkadaş.
Ona ölümüne ölümüne sahip çıkmak, farz-ı ayındır.
Ona sahip çıkmak, bir iman meselesidir.
Şayet Müslüman iseniz.